Béli Dağı (Tapınak Dağı –Nemrut tapınağı) oldukça yüksekti. Üstüne çıkıldığında her yere hâkim olunuyordu. Kommegene kralı bölgenin bütün tanrılarını bu tapınakta toplamıştı. Tanrılarda buradan kendine biat edenleri gözlüye biliyordu. Buraya gelen gidenler takip edildiği gibi yine buradan her zaman birçok yerle de irtibat kurulabilirdi. Tek sorunu suydu. İçilecek su için aşağı Fırat boyuna yakın pınara gitmek gerekiyordu. Yatacak yer ise çevredeki yaylaklarda temin edilebilirdi. Ayrıca Hüseyin’in dayılarının köyü Béli dağının eteğindeydi. Amcasından kaçan Hüseyin Dayılarına bir yerde sığınacaktı. Bu sorunlar şimdilik o kadar önemli değildi.
Hüseyin amcası Abuzer’in tavrını merak ediyordu. Bunu öğrenmeden bölgeden ayrılmaya niyetli değildi. En önemli sorun da buydu. Bu zaman zarfında hem çocukları hem kendisini korumak zorundaydı. Pütürge tarafından dayılarının meralarına iner, bir şekilde geceleri barınabilirlerdi.
Olay her yerde duyulmuştu. Béli’ye geldikten bir saat sonra karşılaştıkları yöre köylüleri, kendi köylerinden geçen olaylar hakkında aralarında sohbet ediyordular. Hüseyin çocuklar ile yine de tedbirli davranıyorlardı. Tapınağın batı cephesinde bir kayanın gölgesinde oturuyorlardı. Hüseyin garipsenmesin diye tüfeğini ve fişekliği kayanın dibine iliştirmişti. Çevrelerine gelen kimseye bir şey söylememiştiler. Buraları birçok defa görmelerine rağmen yine de merakla her heykeli yeniden gözden geçiriyorlardı. Hüseyin, “Béli tapınağında haberler hızla yayıldığına göre bir saate kalmaz, dayımlardan biri buraya gelir.” diye aklından geçirdi. Bu sırada Fırat heykelleri eli ile işaret ederek;
-“Baba biz burada kalırsak, şu kuş gibi taş mı olacağız?” diye sordu. Baba Hüseyin ve abi Ahmet bu soruya güldüler. Fakat Hüseyin biraz düşününce, Fırat’a hak verdi. Burada kalınamazdı. Hele çocuklar ile mümkün değildi. Hüseyin, Fırat’a;
-“Senin düşüncen ne? Kalalım mı?” dedi. Fırat;
-“Kuşun yerinde olsam burada kalacağıma uçardım.” Dedi. Hüseyin sesli düşündü.
-“Hangi çocuk uçmayı hayal etmemiştir ki, haklısın hadi bakalım aşağıya dayınların köyüne karanlık basmadan varalım. Aşağı inerken ikiniz de dikkat edin.” Dedi ve ayağa kalktı. Tüfeği ve fişekliği kuşandı. Yola koyuldular.
***
Hüseyinlerin köyünde tüm köylü tarlaya gelmiş, olayın sonuçlarına tanık olmuştular. Kadınlar, Aşan ve Besime ’nin çevresinde feryat figan içinde ağlıyorlar. Erkekler, Hasan’ın etrafında sessiz ve kederli. Hasan ise olayı herkese anlatıyordu. Bu gürültüyü;
-“Abuzer Ağa geliyor!” uyarısı, bıçak gibi kesti.
Kadınlar, İrfan’ın cesedinden uzaklaştı. Abuzer Ağa cenazenin başına geldi. Kızının ellerinde olan İrfan’ın yüzüne uzandı, onun sararmaya başlamış olan kanlı yüzünü öptü. Gözlerinden yaşlar aktı. Kendi kendine, sessizce;
-“Ben bir tarla vermemişim, biricik kızımı, bir de can vermişim. Vay benim akılsız başım!” dedi. Belki de bu sözleri kızı Aşhan’ın duymasını istemişti. Arkasına döndü erkeklere baktı;
-“Hadi bakalım battaniye ya da peştamal getirin! Bu melanet yerden ölümüzü kaldıralım!” dedi. Kadınlar iş önlüklerini (Peştamal) yere açtılar. Erkekler, İrfanın cesedini bu önlüklerin üzerine taşıdı. Cesedin her iki yanına dörder erkek geçip, erkekler önde, kadınlar arkada cenazeyi köy meydanına taşıdılar.
****
Hüseyinlerin gideceği dayıların köyü, Béli Tapınağına yakındı. Tapınaktan köye inmekte oldukça kolaydı. Köy Malatya yolu üzerinde Kâhta Çayı’nın hemen kenarındaydı. Kısa zamanda köye yaklaştılar. Hüseyin çocukları bir kayanın arkasına çekti. Oğlu Ahmet’e dönerek;
-“Sen ve Fırat köye inene kadar karanlık olur. Karanlıktan sonra köye girin, Dayım Bekirlerin evine gidin. Kimseye bir şey söylemeyin. Olay şimdi duyulmuştur, sizi görüp soran olursa kimseye bir şey anlatmayın. Haberimiz yok deyin. Bizim yerimizi ve olayı bir tek Bekir dedenize söyleyin. O sıra ondan başka kimse olmamalı. Ayrıca ona deyin ki; kendisi ne yapmak istiyorsa, ben ona uyacağım. Tedbiri elden bırakmasın. Sen ve kardeşin orada kalın. Dedeniz bana haber göndersin. Ben de, size ayrıca haber salacağım.” Dedi çocukların yanağından öptü. Cebinden bir miktar para çıkardı. Parayı Ahmet’e uzattı. Ona;
-“Paradan da kimseye bahsetme. Haydin bakalım.” Dedi.
Ahmet ve Fırat acele ile yola koyuldular. Çocuklar ilk defa babaları ile bu kadar çok şey paylaşmışlardı. Üstelik hayati ve çok ciddi meselelerdi bunlar. Bu yüzden balarından ayrılmalarında hiç duygusal bir kopuş hadisesi yaşamamışlardı. Bir iş yaptıklarını düşünüyorlardı. İş bitmemişti. İlk defa babaları kendilerini ciddi bir iş vermişti. Onların tek dertleri babalarına yardımcı olmak ve verilen işi başarmaktı. Verilen görevi de zevk ile ve hırsla yapıyordular. Dayıları İrfan’ın ölümünü dahi hiç düşünememişlerdi. İrfan dayılarının olayların başlatıcısı oluşu, kendilerine değnek ile saldırmasını ve öküzleri boğazlamasını hiç kabul edemiyorlardı. Onun bu yaptıklarına da anlam verememişlerdi. İrfan dayılarının yaptıklarında sanki bir gariplik, bir delililik vardı. Ölümüne üzülmemişlerdi. Bu düşünce fırtınası içinde köye varmışlardı.
Çocuklar akşam karanlığında Bekir dedenin evine ulaştılar. Nineleri Cüne kapıda oturmuş teşt ile kışlık çorap örerken onları gördü. Cüne;
-“Heyvax dinyayé, çi suce wan zaroken heye! / Kahrol dünya, ne suçu var bu çocukların!” deyip, onları sarmaladı. Yanaklarından öptü. Her insan kendi tecrübeleri ile çevresini bilir, olayları yorumlar. Cüne ana kana davalarına yabancı değildi. Her Kürt malbatı (Büyük ailesi) Kan Davası denen bu acı şerbeti bir defa da olsa tatmıştı. Cüne, olacak olanların sonunun çok kötü olacağını ön görüyordu. Üstelik kan davası için bu çocuklar ya tetikçi yapılır, ya cezaevlerinde, ya dağlarda büyür ya da hasımlarınca öldürülürdü. Hayatları intikam ve ölümle ile artık nişanlanmıştı. En kötüsü de bu acı gerçeği onların hiç bilmemeleriydi. Onlar çocuk yüreği ile her şey ile baş edeceklerini sanıyorlardı. Cüne bu yüzden iç çekiyordu.
Anne ve babaları için çocukların bu cengâver yüreği nasıl oluşur, bu bilinmez. Lakin bazıları çocukların cahilliğine bazıları ise anne ve baba sevgisi ile bu cesaretin büyüdüğünü söyler.
İçeri geçtiler. Aile cemaati sanki olayları duymuşçasına bu maksatla bir toplantı yaparcasına Bekir Dayı’nın etrafına toplanmış, sanki ondan bir söz bir haber bekler halde iken Ahmet ile Fırat dedeleri ve aile cemaati ile aniden yüz yüze geldiler. Çocuklar dedeleri Bekir dayının elini öptüler. Tüm aile çocuklar ile sarmaş dolaş oldu. Kadınların ağlamaları bu hale iştirak etti. Hiç kimse tek bir soru sormadı. Herkes Bekir Ağanın ne yapacağını merak ediyordu. Bekir Ağa;
-“Harin, bo zaroyen nan bînîn! /gidin çocuklar için ekmek getirin! Mustafa du jî hara ber derî, kesiké wara mal, xeber bida mi! /Mustafa sen de kim kapı önüne git, biri gelirse bana haber ver.” dedi. Sonra “pek de gelen olmaz” diye sessizce söylendi. Böylesi durumlarda herkes kan davası olayı sahiplerinden uzak dururdu. Kırgınlık olmaması için bazı davranışlardan ve ilişkilerden uzak durmak gerekiyordu. Dedikodu kendiliğinden oluşurdu. Ortalığı “fitneleyen/kızıştıran”, laf taşıma gibi sataşmalar vs. davranışlar içinde görünmemek için herkesin kendi evinde kalması önemliydi. Artık Bekir ağanın evi de mayınlı bir arazi sayılırdı. Bu mıntıkaya girmemek için koyununa keçine bile sahip olacaksın. Bekir ağa tecrübeliydi. Çocuklar ekmeklerini yerken, odayı boşalttı. Çocuklara soru sordu. Bütün cevapları dikkatlice dinledi. Çocuklar her şeyi dedelerine anlatmıştı. Bekir ağa çok emindi ki olay bir kazaydı. Çocuklar yalan söylemezdi. Her iki çocuk da her şeyi bir çırpıda aynı şekilde anlatmışlardı, anlattıkları yalan olamazdı. Geriye bu meselenin halli kalıyordu. Ama nasıl?
Bu soru şimdilik ağırdı. “Bazı şeyleri hele bir savuşturayım, gerisini Feyzi ile konuşmak gerekir. Avukat Ali Beye de gitmem lazım”. Diye düşünürken aniden evin dış kapısında duran Mustafa’yı çağırdı. Mustafa’ya;
-“Çoban Çanlı Ömer’e bundan böyle her gün üç kişilik çıkın hazırlayın. Bizim bahçenin arkasında ki büyük kayanın oraya var, orada Hüseyin’i al, bizim davarın yanına gidin. Dikkat edin! Çanlı Ömer, misafiri ile iyi geçinsin. Sen de bu gece dağda kal, bu sabah, kuşlukta benim sizi Axé sor’da /Kırmızı Toprak’ta görmeye geleceğimi söyle.
Mustafa;
-“Yemek hazır mı?”
-“Yavrum, Cüne anan daha çocukları gördüğünde yarım teşt ekmek hazırlamıştır. Çocuk olma, hadi git!”
Mustafa fırladı, hakikaten Cüne ana, yemeği çoktan hazırlamıştı. Bizim Kürtler önce hep birbirlerine eşkıya olmuştur. Bu yüzden yaşlılar tecrübeliydi. Cüne ana daha Ahmet ile Fırat’ı kapıdan görünce Hüseyin’in köyün yakınlarında olduğunu anlamıştı. Zaten Cüne ana, zekiliği ile tanınırdı.
Devam edecek.
3. bölüm Axé Sor