Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak 2 gün önce gündeme bomba gibi düşen bir açıklama yaptı...
Albayrak Türkiye'nin Yeni Ekonomik Programı'nın yürütülmesi çerçevesinde ünlü danışmanlık firması McKinsey ile anlaşıldığını açıkladı...
Bu aslında "Madem ekonomiyi McKinsey yönlendirecek siz orada niye duruyorsunuz?" diye bir soruyu gündeme getirse de şimdi bu sorunun zamanı değil zira McKinsey dediğimiz zaman perde arkasında sorulacak çok çok daha önemli sorular var...
Kimdir bu McKinsey ve "önemi" nereden gelmektedir, ülkemize ilk kez mi teşrif etmektedir kendileri ve her şeyden önemlisi neden McKinsey tercih edilmiştir? McKinsey aslında hangi küresel güçlerin "DUBLÖRÜDÜR"?
Berat Albayrak'ın adeta övünerek ve "bir prestij meselesi" gibi anlattığı McKinsey aslında bize yabancı bir kuruluş değil...
Ve bu işlik karşılaşmamız da olmayacak...
Türkiye ile McKinsey'in yolunun ilk kez ne zaman kesiştiğini görebilmemiz için filmi biraz geriye sarmamız lazım.
Türkiye 24 Ocak 1979 kararları ile birlikte "İTHAL İKAME EKONOMİ MODELİ" yerine "İTHALATA ve TÜKETİME DAYALI LİBERAL EKONOMİ" modeline geçişe adım atmıştır.Böylece hiç bir altyapısı olmadan liberal kapitalist küresel düzene entegre edilecek Türkiye adeta bir "AÇIK PAZAR" olacaktır..
Bu KÜRESEL GÜÇLERİN "YENİ SÖMÜRÜ DÜZENİNİ" kurgulayan 24 Ocak kararlarının altında Turgut Özal imzası vardır...
Ancak bir sorun vardır, kararlar o denli radikal ve ağır değişiklikler içermektedir ki bunun bir sivil bir siyasal iktidar tarafından uygulanması mümkün değildir.
Ve her ne hikmetse, zaten var olan sağ-sol çatışması bir anda iç savaşa doğru evrilir, ölü sayısı artmaya, sokaklar iyiden iyiye kan gölüne dönmeye başlar.
Halk artık "kurtarıcısını" beklemektedir.
Ve o "KURTARICI" "Şartların olgunlaşmasını " bekledikten sonra 12 Eylül 1980'de gelecektir... Ordu yönetime el koymuştur...
10-Dönemin tüm önemli siyasal aktörleri başta Demirel olmak üzere tutuklanırken, 24 Ocak kararlarına Demirel'in DPT Müsteşarı olarak imza atan Turgut Özal'a dokunulmadığı gibi askerlerin Bülent Ulusu' ya kurdurduğu hükümette Özal Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olacaktır...
Özal tam bir "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" felsefesi taraftarıdır ve 1984 seçimleri öncesinde tarihe "Köprü tartışması" olarak geçen televizyon açık oturumunda Halkçı Parti lideri Necdet Calp ile girdiği münakaşada İstanbul Köprüsü'nü iktidara gelirse satacağını söyleyerek o dönem için bu bakış açısında Nirvanaya ulaşır.
Ama halkımız pek bir sevmiştir bu "Devletin ekonomide ne işi var, devlet kurumlarını satacağız" diyen tombul, sempatik eski bürokrat yeni siyasetçiyi...
Eee hani Amerika görmüş, kocaa Dünya Bankası'nda çalışmış birisidir. Ondan daha iyi bilecek hali yoktur ya kimsenin...
Netice itibariyle Özal'ın ANAP'ı Kasım 1984 seçimlerinde tek başına iktidar olur...
Ve Özal başlar lüks tüketim politikasını uygulamaya, ithalatı kontrolsüzce serbest bırakan liberal programları hayatımıza sokmaya ve tabii "Özelleştirme" adı altında kamu kuruluşlarının satış planlamasına...
Bu arada Özal harıl harıl o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu'na giriş için kolları sıvamış çalışmalara başlamıştır...
Ama bu kez yalnız değildir. Seçim kampanyasını hazırlayan, konuşmalarından, altın kalemine kadar imajını oluşturan Amerikalı danışmanları bir şirketi Türkiye'ye getirmişlerdir... Evet, o şirket McKinsey'den başkası değildir...
1985-1987 yılları arasında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna tam üyelik başvurusundaki danışmanı olan McKinsey, 14 Nisan 1987 tarihli başvurumuzun altına imzasını atmıştır... Karşılığında milyon dolarlar da Amerika'ya uçmuştur...
Aradan yıllar geçer...
Tarih yaprakları 2001 yılını gösterdiğinde Türkiye büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıyadır... Kemal Derviş adeta bir "Süper kurtarıcı" olarak memlekete çağırılmıştır. Derviş gelir gelmez 2 önemli işe imza atar...
Bunların ilki Hazine Müsteşarlığındaki yönetim kademesini tamamen değiştirmektir. Üst düzey bürokratların bir tanesi hariç olmak üzere BİLDERBERG üyesi olan yahut hemen kısa süre içinde olacak isimlerle doldurulur...
Daha sonraki önemli hamle ise McKinsey'in Türkiye'ye davet edilişidir... Derviş’in kendisi yetmemiş, bir de KÜRESEL MERKEZ AKIL'ın "DUBLÖRÜ" McKinsey'i ülkeye çağırmıştır... McKinsey özellikle çöken bankacılık sistemimiz ile son derece ilgili ve alakadardır...
Adeta bir sömürge valisi edası ile o dönemde TMSF' ye devredilen bankalardan bir kısmının ortak yönetim kurulu başkanı olan isme giderler ve "Bundan sonra bu bankaların tüm yapılandırmalarını ve yönetimini biz yapacağız, bankalar bizim kontrolümüzde işleyecek" derler...
Yılların deneyimli hazine müsteşarlığı bürokratları, McKinsey yetkililerinin adeta nota verir gibi getirdikleri kâğıtta yazanları okuduktan sonra hiddetle ayağa "Burası bağımsız bir ülke... Bu ülkenin Sayıştay'ı var, siz ancak danışmanlık yapabilirsiniz. Biz bu kurumları kendi ellerimizle her şeyini yönetmek üzere size vermeyiz" diyerek getirilen kâğıtları yırtar atarlar.
McKinsey yetkilileri şoktadır... Bu davranışı unutmayacaklardır... Ve o kağıtları yırtan isimleri haksız suçlamalar ile mahkemelerde yargılatarak bedel ödetecekler ama o isimler sonunda asılsız suçlamalardan beraat edecektir....
"Niçin McKinsey seçildi?" ve "MvKinsey'in etkileri neler olacak?" sorularının yanıtları çok önemli.Bu yanıtları almak için önce küresel sermaye yapılanmasının işleyişini anlamamız gerek...
Küresel finansal sistemini bir piramit olarak düşünmemiz gerekmekte... Bu piramidin en altında "Paranın son kullanıcısı" olan insanlar var... Piramidin bir üst basamağında parayı insanlara sağlayan bankalar bulunmakta... Bankaların üzerinde ise ülkelerin Merkez Bankaları var...
Ama piramidin en tepesi İsviçre'de... İsviçre'nin Basel şehrinde bulunan ULUSLARARASI ÖDEMELER BANKASI (BIS) bulunmaktadır... Dünya finansal sistemi piramidinin tepesinde işte bu banka bulunmaktadır. Bu nedenle Dünya Savaşları'nda dahi İsviçre'ye SALDIRILAMAZ...
BIS'in 2 alt kolu bulunmaktadır...
Bunlar ise IMF ve DÜNYA BANKASI’DIR...
BIS'i kontrol eden ise Rothschild Ailesidir...
Öte yandan Dünya'da 8 büyük ABD'li finans devi bulunmaktadır...
Bunlar JP Morgan, WellsFargo, Bank of America, Citigroup, GoldmanSachs, U.S. Bancorp, Bank of New York Mellon ve Morgan Stanley...
İşte bu 8 firma 10 "elit aile" tarafından ana hissedar olarak kontrol edilmektedir.
Şimdi kimi zaman yer değiştirseler de o 10 aileyi oluşturan "elit aileler" grubuna bakalım kimler var?
İngiltere’de Guelp ve Windsor, Belçika’dan Wettin, İsveç’ten Bernadotte, Liechtenstein’danLiechtenstein, Danimarka’dan Oldenburg, Almanya’dan Hohenzollern, Hannover, Wittelsbach Württemberg, Fransa’dan Bourbon, Hollanda’dan Orange, Monaco’dan Grimaldi, Portekiz’den Braganza, Lüksemburg’dan Nassau, Avusturya’dan Habsburg, İtalya’dan Savoy, Sırbistan’dan Karacorceviç, Arnavutluk’tan Zogu Aileleri ya da doğru tabirle "HANEDANLARI"...
Ama karmaşık yapı bununla da bitmiyor... Bahsettiğimiz 8 büyük ABD'li finans devi'nin içerisinde 4 şirketten oluşan bir "ÇELİK ÇEKİRDEK" mevcut. Bu 4 şirket her bankada söz sahibi...
Bunlara BÜYÜK DÖRTLÜ ismi veriliyor...
BÜYÜK DÖRTLÜ yahut 4 BÜYÜK adı verilen şirketler ise: BlackRock, State Street, Vanguard ve Fidelity... İşte tüm bu şirketlerin tepesinde ise 2 aile var: ABD kıtasında Rockefeller ve Avrupa kıtasında Rothschild Aileleri.
Ancak gerek tarihi mazisinin derinliği, gerek hükümetler ile girift ilişkileri gerekse Çin ve Hong Kong üzerinden Asya ve Uzak Doğu'da da tartışılmaz üstünlükteki nüfuzu nedeni ile daha güçlü ve etkin olan aile Rothschild Ailesi...
Peki, bir ABD firması olarak 1920'lerin sonunda kurulan McKinsey'in bu sistemde "Yeri ne?"...
Yönetim danışmanlığı veren McKinsey firması özellikle 2. Dünya Savaşı'nın ardından Dünya yeniden şekillenirken tüm stratejik operasyonlarını Londra ofisi üzerinden gerçekleştirmeye başlıyor. Ve o tarihlerden itibaren Rothschild Ailesi ile ilişkisi de başlamış oluyor...
Kısa süre sonra yönetim danışmanlığı alanındaki faaliyet alanlarına çok kimsenin dikkatini çekmese de çok önemli bir alan daha ekliyor McKinsey: KAMU DANIŞMANLIĞI...
McKinsey'in danışmanlık hizmeti verdiği firmaların birden ve aniden çok yüksek cirolara ulaşarak, yerel sınırları aşıp küresel devlere dönüşmesi ile şirket efsaneleşiyor... Ama bir yandan da bu "Hızlı ve normal olmayan büyümelere" hep şüphe ile bakılmaya başlanıyor...
McKinsey ismi bir takım spekülatif işlemler hatta rüşvet olayları ile anılsa da şirket hakkında konuşulanlar kısa sürede ört bas ediliyor...
44-Öte yandan McKinsey, ABD'de 1985 yılında birkaç şirketin birleşmesi ile ortaya çıkan bir doğalgaz boru hattı şirketi olan orta büyüklükten biraz daha fazla hacimli sayılabilecek enerji şirketi ENRON'un danışmanlığını alıyor...
1985'te orta büyüklükte bir şirket olan ENRON, McKinsey'in danışmanlığı sonrasında 1990'ların ortasında ABD-Avrupa arasındaki enerji ticaretinin %20'SİNİ KONTROL EDEN BİR ŞİRKET HALİNE GELDİ...
Bu esnada ENRON'a en büyük finansal desteği veren 2 banka vardı... Avrupa'da Barclays Bank ve ABD'de ise Chase Manhattan Bank...
Yani Avrupa'da Rothschild, ABD'de Rockefeller...
Ve ENRON bu bağlantıları McKinsey vasıtası ile kuruyordu...
Ve ENRON üzerinden aslında Rothschild ve Rockefeller Aileleri ABD-Avrupa enerji hattını ve ticaretini kontrol ediyordu...
1990'lı yılların sonunda Avrupa ve Amerika'da 2 önemli gelişme yaşandı... Avrupa'da farklı alternatif doğalgaz boru hattı projelefri gündeme geldi. Bu projelere ENRON dahil edilmedi...
ABD'de ise ENRON "KIRMIZI ÇITAYI AŞTI"... Neydi bu "KIRMIZI ÇITA"... Her devletin içerisinden çıkan şirketler için taşıyabileceği maksimal büyüklükte belirlediği
"gizli açık/kambur" rakamları vardır ve bu "KIRMIZI ÇITA" olarak adlandırılmaktaydı... İşte ENRON, o kadar büyümüştü ki şirketin "Gizli açıkları ve devlete yarattığı kamburlar" o "KIRMIZI ÇITAYI" aşması sonucunu doğurmuştu... Yani ENRON Avrupa'da Rothscild ABD'de ise Rockefeller için artık kullanışsız bir "yük"haline gelmişti...
"ENRON efsanesini "yaratanlar" bu "efsanenin" sonlandırılması kararını da verdiler. Ve bu iş için de tabii ki McKinsey seçildi...
McKinsey yanlış stratejiler, hatalı muhasebe kayıtları, yolsuzluklara göz yumulan denetlemeler ile adeta ENRON faciasının kaldırım taşlarını döşedi...
Ve 2000 yılında 110 milyar$ yıllık gelir beyan eden ENRON sadece 6 yıl sonra, 2006 yılında son şirketini de satarak tarih sahnesinden silindi.
Öte taraftan küresel sermayenin elmas tarlalarını sömürdüğü Güney Afrika'da Cumhurbaşkanı Jacob Zuma'nın rüşvet ve yolsuzlukları ayyuka çıkmış, Afrika kıtasının en büyük yolsuzluk skandalı patlamıştı...
Zuma'nın ülkenin başbakanı ve bakanlarını da bu rüşvet çarkı içerisine dâhil ettiği ve aslında başbakan ve bakanların hiç bir etkisi olmadan ülkeyi yönettiği ortaya çıkmıştı...
Tüm bu yolsuzluk çarkı işlerken Zuma'ya en büyük desteği veren ve finanasal desetği sağlayan bunun karşılığında ülkede "sahipleri adına" özel bir siyasal nüfuz elde eden banka ise Barclays Bank’tır... Barclays Bank ise Rothschild Ailesi'ne aittir...
Bu yıllarda Güney Afrika'da Barclays Bank'ın "Yönetim Danışmanlığını" yapan firma ise McKinsey dir...1950'lerden sonra Rothschild himayesine girmesi ile McKinsey'in KAMU YÖNETİMİ adı altında danışmanlık vermeye başlıyor. Kime veriliyor bu danışmanlığı... Ülkelere tabii ki...
Nasıl ülkelere peki?
Krizdeki ülkelere tabiki...
McKinsey'in danışmanlık yaptığı onlarca ülke vardır ekonomik alanda ama hepsinin bir ortak özelliği vardır:
Bu ülkeler o kadar kötü durumdaydılar ki, IMF ve uluslararası kreditörler bu ülkelere borç vermiyordu...
Ve McKinsey'in de üretim kapasitesi, ana ürünleri, gelir gider dengesi, kriz sebepleri gibi pek çok farklı parametrenin olduğu ülkeler için hazırlayıp sunduğu tek bir reçete olması diğer ortak taraftı:
ÖZELLEİŞTİRME ve TARIMA DÖNÜŞ...
McKinsey, gittiği her ülkede aynı reçeteyi yazması ile meşhur: Hemen ve acil olarak listelenecek ülkenin varlıklarının özelleştirme yolu satışı... Ortaya çıkan istihdam açığının ise özelleştirmelerden doğan işsizliğin tarım sektörüne kanalize edilerek eritilmesi...
Yani McKinsey kestirme ve kabaca söyleyecek olursak "Sen tüm sanayi üretim tesislerini, para edecek tüm kuruluşlarını, bankalaını küresel devlere sat, özelleştir, üretim tesisin sanayin falan olmasın, tarım ülkesi olarak, dünyanın zengin ülkelerinin gıda ihtiyacını karşıla" diyor.
Bu arada McKinsey programlarını uygulayan ülkeler, ne var ne yok özelleştirme altında satıyorlar ve ülke ekonomisi kısa vadeli ancak sanal bir düzelme gösteriyor.
İşte tam bu esnada yazının başında anlattığım İsviçre Basel'de bulunan Uluslararası Ödemeler Bankası devreye giriyor...
Ve bahsedilen 8 büyük finansal dev ile bu devler içerisindeki 4 BÜYÜK olarak isimlendirilen şirketler sahne alıyor...
Önce İsviçre'deki ULUSLARARASI ÖDEMELER BANKASI (BIS) , 8 Amerikan finans devine mesaj gönderiyor"...
Bu 8 finans devi ile 4 BÜYÜK olarak adlandırılan şirketler ABD Merkez Bankası FED'in kontrolünü elinde tutuyor. FED’de ise Rockefeller ve Rothschild Aileleri ağırlıkta...
McKinsey'in muhteşem tavsiyeleri (!) ile "sanal" bir ekonomşk canlanma yaşayan krizdeki ülkeye FED destekli ama kısıtlı bir mali yardım gidiyor. Bu genelde küresel ve prestijli 3-4 markanın krizdeki ülkeye yatırımı ile gerçekleşiyor.
Bu yatırımlar aslında FED içerisinde temsil edilen ailelerin kontrolündeki 2-3 küresel markanın krizdeki ülkeye "kısıtlı çaptaki" yatırımı şeklinde oluyor...
Bu yatırımların hemen arkasından Rothschild ve Rockefeller kontrolündeki Dünya medyası devreye giriyor...
Kısa süre içerisinde yakalanan istikrar ve krizden çıkış, ekonomik mucize hikâyeleri uluslararası saygın medya kuruluşlarında yer almaya başlıyor. Hemen ardından sıra yine bu aileler kontrolündeki kredi derecelendirme kuruluşlarına geliyor...
Bu kredi derecelendirme kuruluşları ülkenin kredi notunu 1 basamak yükseltiyor...
Bu arada krizde olan ülkenin yönetim kademesinde olanlar durumun "Şişirilmiş bir balon ve pembe bir masal" olduğunu gayet iyi biliyorlar.
McKinsey geldiği günlerde IMF ve uluslararası kreditörlerden kredi alamaz haldeki ülke McKinsey'in bağlantıları ve ekonomisindeki "sanal canlama" ile IMF'nin kapısını çalıyor... Ve IMF kapılarını bu kez açıyor...
IMF, ağır şartlar ile krizdeki ülkeye geliyor zaten McKinsey sayesinde ülkesinde pek çok varlığı satıp savmış ülkeye kredi açıyor, ama karşılığını kamuoyu "ekonomik" olarak bilse de kapalı kapılar ardından "siyasal tavizler" olarak istiyor...
KRİZDEKİ ÜLKE İSE ARTIK ÇARESİZ KABUL EDİYOR.... Ve operasyon tamamlanıyor...
Ha unutmadan bu operasyonun gerçekleşmesi için o krizdeki ülkenin vatandaşlarının cebinden McKinsey'e milyonlarca dolar ödeniyor...
Operasyon tamamlandığında krizdeki ülke IMF üzerinden ekonomik olarak Rothschild Ailesi ve Rockefeller Ailesi'ne, IMF'ye verilen siyasal tavizler ile ABD-İNGİLTERE ikilisine bağımlı hatta mahkûm hale geliyor...
Yani McKinsey'in uluslararası finans sistemindeki kilit rolü krizdeki ülkeleri IMF'in boyunduruğuna hazırlamak ve varlıklarının küresel sermayeye transferini sağlamak, kimi ülkelerde finansal güçlerle siyaseti yönlendirmek...
İşte Berat Albayrak'ın pek bir övünerek anlattığı,
13 bakanlığımızın bağlanacağı ve en önemli ticari sırlarımızın, tüm ekonomik verilerimizin kendisine açılacağı McKinsey böyle bir şirket...
Buna inanmayanlar öyle uzağa falan gitmesinler McKinsey'in krize girip iflasın eşiğine gelen Yunanistan'a verdiği danışmanlık hizmetindeki raporlarını incelesinler.
AB yardımları ve Rum lobisi olmasaydı bu raporlar sonrası Yunanistan'ın halini düşünsünler sonra da...
Şimdi bu McKinsey bizim "Danışmanımız" olacak... Ama normal, sizin yönetme becerisi olmayan bakanlarınız olursa birileri de gelir yönetir...
Ve emin olun yönetmeyle de kalmaz...
McKinsey Türkiye'nin müdürü Eski AKP mv. Beşir Atalay'ın oğlu. Bu danışmanlık hizmeti anlaşmasıyla Kaynata/ Damat ikilisi Türkiye için konkordato ilan ederek dükkanın anahtarını teslim etmişler görünüyor.
Allah bu halkı korusun bu arada..
İşin kötü tarafi IMF ye McKinsey basvurdu bizimle ilgili degil diyecekler ve alkış alacaklar sonunda.. :((KÜRESEL DUBLÖR:"McKİNSEY"
Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak 2 gün önce gündeme bomba gibi düşen bir açıklama yaptı...
Albayrak Türkiye'nin Yeni Ekonomik Programı'nın yürütülmesi çerçevesinde ünlü danışmanlık firması McKinsey ile anlaşıldığını açıkladı...
Bu aslında "Madem ekonomiyi McKinsey yönlendirecek siz orada niye duruyorsunuz?" diye bir soruyu gündeme getirse de şimdi bu sorunun zamanı değil zira McKinsey dediğimiz zaman perde arkasında sorulacak çok çok daha önemli sorular var...
Kimdir bu McKinsey ve "önemi" nereden gelmektedir, ülkemize ilk kez mi teşrif etmektedir kendileri ve her şeyden önemlisi neden McKinsey tercih edilmiştir? McKinsey aslında hangi küresel güçlerin "DUBLÖRÜDÜR"?
Berat Albayrak'ın adeta övünerek ve "bir prestij meselesi" gibi anlattığı McKinsey aslında bize yabancı bir kuruluş değil...
Ve bu işlik karşılaşmamız da olmayacak...
Türkiye ile McKinsey'in yolunun ilk kez ne zaman kesiştiğini görebilmemiz için filmi biraz geriye sarmamız lazım.
Türkiye 24 Ocak 1979 kararları ile birlikte "İTHAL İKAME EKONOMİ MODELİ" yerine "İTHALATA ve TÜKETİME DAYALI LİBERAL EKONOMİ" modeline geçişe adım atmıştır.Böylece hiç bir altyapısı olmadan liberal kapitalist küresel düzene entegre edilecek Türkiye adeta bir "AÇIK PAZAR" olacaktır..
Bu KÜRESEL GÜÇLERİN "YENİ SÖMÜRÜ DÜZENİNİ" kurgulayan 24 Ocak kararlarının altında Turgut Özal imzası vardır...
Ancak bir sorun vardır, kararlar o denli radikal ve ağır değişiklikler içermektedir ki bunun bir sivil bir siyasal iktidar tarafından uygulanması mümkün değildir.
Ve her ne hikmetse, zaten var olan sağ-sol çatışması bir anda iç savaşa doğru evrilir, ölü sayısı artmaya, sokaklar iyiden iyiye kan gölüne dönmeye başlar.
Halk artık "kurtarıcısını" beklemektedir.
Ve o "KURTARICI" "Şartların olgunlaşmasını " bekledikten sonra 12 Eylül 1980'de gelecektir... Ordu yönetime el koymuştur...
10-Dönemin tüm önemli siyasal aktörleri başta Demirel olmak üzere tutuklanırken, 24 Ocak kararlarına Demirel'in DPT Müsteşarı olarak imza atan Turgut Özal'a dokunulmadığı gibi askerlerin Bülent Ulusu' ya kurdurduğu hükümette Özal Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olacaktır...
Özal tam bir "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" felsefesi taraftarıdır ve 1984 seçimleri öncesinde tarihe "Köprü tartışması" olarak geçen televizyon açık oturumunda Halkçı Parti lideri Necdet Calp ile girdiği münakaşada İstanbul Köprüsü'nü iktidara gelirse satacağını söyleyerek o dönem için bu bakış açısında Nirvanaya ulaşır.
Ama halkımız pek bir sevmiştir bu "Devletin ekonomide ne işi var, devlet kurumlarını satacağız" diyen tombul, sempatik eski bürokrat yeni siyasetçiyi...
Eee hani Amerika görmüş, kocaa Dünya Bankası'nda çalışmış birisidir. Ondan daha iyi bilecek hali yoktur ya kimsenin...
Netice itibariyle Özal'ın ANAP'ı Kasım 1984 seçimlerinde tek başına iktidar olur...
Ve Özal başlar lüks tüketim politikasını uygulamaya, ithalatı kontrolsüzce serbest bırakan liberal programları hayatımıza sokmaya ve tabii "Özelleştirme" adı altında kamu kuruluşlarının satış planlamasına...
Bu arada Özal harıl harıl o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu'na giriş için kolları sıvamış çalışmalara başlamıştır...
Ama bu kez yalnız değildir. Seçim kampanyasını hazırlayan, konuşmalarından, altın kalemine kadar imajını oluşturan Amerikalı danışmanları bir şirketi Türkiye'ye getirmişlerdir... Evet, o şirket McKinsey'den başkası değildir...
1985-1987 yılları arasında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna tam üyelik başvurusundaki danışmanı olan McKinsey, 14 Nisan 1987 tarihli başvurumuzun altına imzasını atmıştır... Karşılığında milyon dolarlar da Amerika'ya uçmuştur...
Aradan yıllar geçer...
Tarih yaprakları 2001 yılını gösterdiğinde Türkiye büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıyadır... Kemal Derviş adeta bir "Süper kurtarıcı" olarak memlekete çağırılmıştır. Derviş gelir gelmez 2 önemli işe imza atar...
Bunların ilki Hazine Müsteşarlığındaki yönetim kademesini tamamen değiştirmektir. Üst düzey bürokratların bir tanesi hariç olmak üzere BİLDERBERG üyesi olan yahut hemen kısa süre içinde olacak isimlerle doldurulur...
Daha sonraki önemli hamle ise McKinsey'in Türkiye'ye davet edilişidir... Derviş’in kendisi yetmemiş, bir de KÜRESEL MERKEZ AKIL'ın "DUBLÖRÜ" McKinsey'i ülkeye çağırmıştır... McKinsey özellikle çöken bankacılık sistemimiz ile son derece ilgili ve alakadardır...
Adeta bir sömürge valisi edası ile o dönemde TMSF' ye devredilen bankalardan bir kısmının ortak yönetim kurulu başkanı olan isme giderler ve "Bundan sonra bu bankaların tüm yapılandırmalarını ve yönetimini biz yapacağız, bankalar bizim kontrolümüzde işleyecek" derler...
Yılların deneyimli hazine müsteşarlığı bürokratları, McKinsey yetkililerinin adeta nota verir gibi getirdikleri kâğıtta yazanları okuduktan sonra hiddetle ayağa "Burası bağımsız bir ülke... Bu ülkenin Sayıştay'ı var, siz ancak danışmanlık yapabilirsiniz. Biz bu kurumları kendi ellerimizle her şeyini yönetmek üzere size vermeyiz" diyerek getirilen kâğıtları yırtar atarlar.
McKinsey yetkilileri şoktadır... Bu davranışı unutmayacaklardır... Ve o kağıtları yırtan isimleri haksız suçlamalar ile mahkemelerde yargılatarak bedel ödetecekler ama o isimler sonunda asılsız suçlamalardan beraat edecektir....
"Niçin McKinsey seçildi?" ve "MvKinsey'in etkileri neler olacak?" sorularının yanıtları çok önemli.Bu yanıtları almak için önce küresel sermaye yapılanmasının işleyişini anlamamız gerek...
Küresel finansal sistemini bir piramit olarak düşünmemiz gerekmekte... Bu piramidin en altında "Paranın son kullanıcısı" olan insanlar var... Piramidin bir üst basamağında parayı insanlara sağlayan bankalar bulunmakta... Bankaların üzerinde ise ülkelerin Merkez Bankaları var...
Ama piramidin en tepesi İsviçre'de... İsviçre'nin Basel şehrinde bulunan ULUSLARARASI ÖDEMELER BANKASI (BIS) bulunmaktadır... Dünya finansal sistemi piramidinin tepesinde işte bu banka bulunmaktadır. Bu nedenle Dünya Savaşları'nda dahi İsviçre'ye SALDIRILAMAZ...
BIS'in 2 alt kolu bulunmaktadır...
Bunlar ise IMF ve DÜNYA BANKASI’DIR...
BIS'i kontrol eden ise Rothschild Ailesidir...
Öte yandan Dünya'da 8 büyük ABD'li finans devi bulunmaktadır...
Bunlar JP Morgan, WellsFargo, Bank of America, Citigroup, GoldmanSachs, U.S. Bancorp, Bank of New York Mellon ve Morgan Stanley...
İşte bu 8 firma 10 "elit aile" tarafından ana hissedar olarak kontrol edilmektedir.
Şimdi kimi zaman yer değiştirseler de o 10 aileyi oluşturan "elit aileler" grubuna bakalım kimler var?
İngiltere’de Guelp ve Windsor, Belçika’dan Wettin, İsveç’ten Bernadotte, Liechtenstein’danLiechtenstein, Danimarka’dan Oldenburg, Almanya’dan Hohenzollern, Hannover, Wittelsbach Württemberg, Fransa’dan Bourbon, Hollanda’dan Orange, Monaco’dan Grimaldi, Portekiz’den Braganza, Lüksemburg’dan Nassau, Avusturya’dan Habsburg, İtalya’dan Savoy, Sırbistan’dan Karacorceviç, Arnavutluk’tan Zogu Aileleri ya da doğru tabirle "HANEDANLARI"...
Ama karmaşık yapı bununla da bitmiyor... Bahsettiğimiz 8 büyük ABD'li finans devi'nin içerisinde 4 şirketten oluşan bir "ÇELİK ÇEKİRDEK" mevcut. Bu 4 şirket her bankada söz sahibi...
Bunlara BÜYÜK DÖRTLÜ ismi veriliyor...
BÜYÜK DÖRTLÜ yahut 4 BÜYÜK adı verilen şirketler ise: BlackRock, State Street, Vanguard ve Fidelity... İşte tüm bu şirketlerin tepesinde ise 2 aile var: ABD kıtasında Rockefeller ve Avrupa kıtasında Rothschild Aileleri.
Ancak gerek tarihi mazisinin derinliği, gerek hükümetler ile girift ilişkileri gerekse Çin ve Hong Kong üzerinden Asya ve Uzak Doğu'da da tartışılmaz üstünlükteki nüfuzu nedeni ile daha güçlü ve etkin olan aile Rothschild Ailesi...
Peki, bir ABD firması olarak 1920'lerin sonunda kurulan McKinsey'in bu sistemde "Yeri ne?"...
Yönetim danışmanlığı veren McKinsey firması özellikle 2. Dünya Savaşı'nın ardından Dünya yeniden şekillenirken tüm stratejik operasyonlarını Londra ofisi üzerinden gerçekleştirmeye başlıyor. Ve o tarihlerden itibaren Rothschild Ailesi ile ilişkisi de başlamış oluyor...
Kısa süre sonra yönetim danışmanlığı alanındaki faaliyet alanlarına çok kimsenin dikkatini çekmese de çok önemli bir alan daha ekliyor McKinsey: KAMU DANIŞMANLIĞI...
McKinsey'in danışmanlık hizmeti verdiği firmaların birden ve aniden çok yüksek cirolara ulaşarak, yerel sınırları aşıp küresel devlere dönüşmesi ile şirket efsaneleşiyor... Ama bir yandan da bu "Hızlı ve normal olmayan büyümelere" hep şüphe ile bakılmaya başlanıyor...
McKinsey ismi bir takım spekülatif işlemler hatta rüşvet olayları ile anılsa da şirket hakkında konuşulanlar kısa sürede ört bas ediliyor...
44-Öte yandan McKinsey, ABD'de 1985 yılında birkaç şirketin birleşmesi ile ortaya çıkan bir doğalgaz boru hattı şirketi olan orta büyüklükten biraz daha fazla hacimli sayılabilecek enerji şirketi ENRON'un danışmanlığını alıyor...
1985'te orta büyüklükte bir şirket olan ENRON, McKinsey'in danışmanlığı sonrasında 1990'ların ortasında ABD-Avrupa arasındaki enerji ticaretinin %20'SİNİ KONTROL EDEN BİR ŞİRKET HALİNE GELDİ...
Bu esnada ENRON'a en büyük finansal desteği veren 2 banka vardı... Avrupa'da Barclays Bank ve ABD'de ise Chase Manhattan Bank...
Yani Avrupa'da Rothschild, ABD'de Rockefeller...
Ve ENRON bu bağlantıları McKinsey vasıtası ile kuruyordu...
Ve ENRON üzerinden aslında Rothschild ve Rockefeller Aileleri ABD-Avrupa enerji hattını ve ticaretini kontrol ediyordu...
1990'lı yılların sonunda Avrupa ve Amerika'da 2 önemli gelişme yaşandı... Avrupa'da farklı alternatif doğalgaz boru hattı projelefri gündeme geldi. Bu projelere ENRON dahil edilmedi...
ABD'de ise ENRON "KIRMIZI ÇITAYI AŞTI"... Neydi bu "KIRMIZI ÇITA"... Her devletin içerisinden çıkan şirketler için taşıyabileceği maksimal büyüklükte belirlediği
"gizli açık/kambur" rakamları vardır ve bu "KIRMIZI ÇITA" olarak adlandırılmaktaydı... İşte ENRON, o kadar büyümüştü ki şirketin "Gizli açıkları ve devlete yarattığı kamburlar" o "KIRMIZI ÇITAYI" aşması sonucunu doğurmuştu... Yani ENRON Avrupa'da Rothscild ABD'de ise Rockefeller için artık kullanışsız bir "yük"haline gelmişti...
"ENRON efsanesini "yaratanlar" bu "efsanenin" sonlandırılması kararını da verdiler. Ve bu iş için de tabii ki McKinsey seçildi...
McKinsey yanlış stratejiler, hatalı muhasebe kayıtları, yolsuzluklara göz yumulan denetlemeler ile adeta ENRON faciasının kaldırım taşlarını döşedi...
Ve 2000 yılında 110 milyar$ yıllık gelir beyan eden ENRON sadece 6 yıl sonra, 2006 yılında son şirketini de satarak tarih sahnesinden silindi.
Öte taraftan küresel sermayenin elmas tarlalarını sömürdüğü Güney Afrika'da Cumhurbaşkanı Jacob Zuma'nın rüşvet ve yolsuzlukları ayyuka çıkmış, Afrika kıtasının en büyük yolsuzluk skandalı patlamıştı...
Zuma'nın ülkenin başbakanı ve bakanlarını da bu rüşvet çarkı içerisine dâhil ettiği ve aslında başbakan ve bakanların hiç bir etkisi olmadan ülkeyi yönettiği ortaya çıkmıştı...
Tüm bu yolsuzluk çarkı işlerken Zuma'ya en büyük desteği veren ve finanasal desetği sağlayan bunun karşılığında ülkede "sahipleri adına" özel bir siyasal nüfuz elde eden banka ise Barclays Bank’tır... Barclays Bank ise Rothschild Ailesi'ne aittir...
Bu yıllarda Güney Afrika'da Barclays Bank'ın "Yönetim Danışmanlığını" yapan firma ise McKinsey dir...1950'lerden sonra Rothschild himayesine girmesi ile McKinsey'in KAMU YÖNETİMİ adı altında danışmanlık vermeye başlıyor. Kime veriliyor bu danışmanlığı... Ülkelere tabii ki...
Nasıl ülkelere peki?
Krizdeki ülkelere tabiki...
McKinsey'in danışmanlık yaptığı onlarca ülke vardır ekonomik alanda ama hepsinin bir ortak özelliği vardır:
Bu ülkeler o kadar kötü durumdaydılar ki, IMF ve uluslararası kreditörler bu ülkelere borç vermiyordu...
Ve McKinsey'in de üretim kapasitesi, ana ürünleri, gelir gider dengesi, kriz sebepleri gibi pek çok farklı parametrenin olduğu ülkeler için hazırlayıp sunduğu tek bir reçete olması diğer ortak taraftı:
ÖZELLEİŞTİRME ve TARIMA DÖNÜŞ...
McKinsey, gittiği her ülkede aynı reçeteyi yazması ile meşhur: Hemen ve acil olarak listelenecek ülkenin varlıklarının özelleştirme yolu satışı... Ortaya çıkan istihdam açığının ise özelleştirmelerden doğan işsizliğin tarım sektörüne kanalize edilerek eritilmesi...
Yani McKinsey kestirme ve kabaca söyleyecek olursak "Sen tüm sanayi üretim tesislerini, para edecek tüm kuruluşlarını, bankalaını küresel devlere sat, özelleştir, üretim tesisin sanayin falan olmasın, tarım ülkesi olarak, dünyanın zengin ülkelerinin gıda ihtiyacını karşıla" diyor.
Bu arada McKinsey programlarını uygulayan ülkeler, ne var ne yok özelleştirme altında satıyorlar ve ülke ekonomisi kısa vadeli ancak sanal bir düzelme gösteriyor.
İşte tam bu esnada yazının başında anlattığım İsviçre Basel'de bulunan Uluslararası Ödemeler Bankası devreye giriyor...
Ve bahsedilen 8 büyük finansal dev ile bu devler içerisindeki 4 BÜYÜK olarak isimlendirilen şirketler sahne alıyor...
Önce İsviçre'deki ULUSLARARASI ÖDEMELER BANKASI (BIS) , 8 Amerikan finans devine mesaj gönderiyor"...
Bu 8 finans devi ile 4 BÜYÜK olarak adlandırılan şirketler ABD Merkez Bankası FED'in kontrolünü elinde tutuyor. FED’de ise Rockefeller ve Rothschild Aileleri ağırlıkta...
McKinsey'in muhteşem tavsiyeleri (!) ile "sanal" bir ekonomşk canlanma yaşayan krizdeki ülkeye FED destekli ama kısıtlı bir mali yardım gidiyor. Bu genelde küresel ve prestijli 3-4 markanın krizdeki ülkeye yatırımı ile gerçekleşiyor.
Bu yatırımlar aslında FED içerisinde temsil edilen ailelerin kontrolündeki 2-3 küresel markanın krizdeki ülkeye "kısıtlı çaptaki" yatırımı şeklinde oluyor...
Bu yatırımların hemen arkasından Rothschild ve Rockefeller kontrolündeki Dünya medyası devreye giriyor...
Kısa süre içerisinde yakalanan istikrar ve krizden çıkış, ekonomik mucize hikâyeleri uluslararası saygın medya kuruluşlarında yer almaya başlıyor. Hemen ardından sıra yine bu aileler kontrolündeki kredi derecelendirme kuruluşlarına geliyor...
Bu kredi derecelendirme kuruluşları ülkenin kredi notunu 1 basamak yükseltiyor...
Bu arada krizde olan ülkenin yönetim kademesinde olanlar durumun "Şişirilmiş bir balon ve pembe bir masal" olduğunu gayet iyi biliyorlar.
McKinsey geldiği günlerde IMF ve uluslararası kreditörlerden kredi alamaz haldeki ülke McKinsey'in bağlantıları ve ekonomisindeki "sanal canlama" ile IMF'nin kapısını çalıyor... Ve IMF kapılarını bu kez açıyor...
IMF, ağır şartlar ile krizdeki ülkeye geliyor zaten McKinsey sayesinde ülkesinde pek çok varlığı satıp savmış ülkeye kredi açıyor, ama karşılığını kamuoyu "ekonomik" olarak bilse de kapalı kapılar ardından "siyasal tavizler" olarak istiyor...
KRİZDEKİ ÜLKE İSE ARTIK ÇARESİZ KABUL EDİYOR.... Ve operasyon tamamlanıyor...
Ha unutmadan bu operasyonun gerçekleşmesi için o krizdeki ülkenin vatandaşlarının cebinden McKinsey'e milyonlarca dolar ödeniyor...
Operasyon tamamlandığında krizdeki ülke IMF üzerinden ekonomik olarak Rothschild Ailesi ve Rockefeller Ailesi'ne, IMF'ye verilen siyasal tavizler ile ABD-İNGİLTERE ikilisine bağımlı hatta mahkûm hale geliyor...
Yani McKinsey'in uluslararası finans sistemindeki kilit rolü krizdeki ülkeleri IMF'in boyunduruğuna hazırlamak ve varlıklarının küresel sermayeye transferini sağlamak, kimi ülkelerde finansal güçlerle siyaseti yönlendirmek...
İşte Berat Albayrak'ın pek bir övünerek anlattığı,
13 bakanlığımızın bağlanacağı ve en önemli ticari sırlarımızın, tüm ekonomik verilerimizin kendisine açılacağı McKinsey böyle bir şirket...
Buna inanmayanlar öyle uzağa falan gitmesinler McKinsey'in krize girip iflasın eşiğine gelen Yunanistan'a verdiği danışmanlık hizmetindeki raporlarını incelesinler.
AB yardımları ve Rum lobisi olmasaydı bu raporlar sonrası Yunanistan'ın halini düşünsünler sonra da...
Şimdi bu McKinsey bizim "Danışmanımız" olacak... Ama normal, sizin yönetme becerisi olmayan bakanlarınız olursa birileri de gelir yönetir...
Ve emin olun yönetmeyle de kalmaz...
McKinsey Türkiye'nin müdürü Eski AKP mv. Beşir Atalay'ın oğlu. Bu danışmanlık hizmeti anlaşmasıyla Kaynata/ Damat ikilisi Türkiye için konkordato ilan ederek dükkanın anahtarını teslim etmişler görünüyor.
Allah bu halkı korusun bu arada..
İşin kötü tarafi IMF ye McKinsey basvurdu bizimle ilgili degil diyecekler ve alkış alacaklar sonunda.. :((