Hwang Pyong-Won ve kardeşinin yaşanmışlığı,
“1945 yazında, İkinci Dünya Savaşı sona yaklaşırken, Kore’deki japon sömürgesi çökmeye başladı. Japonya’nın 15 Ağustos’ta koşulsuz teslim olmasını izleyen bir ay içinde Kore 38. paralel üzerinden iki nüfuz alanına bölündü.
Güney Birleşik Devletler, kuzey de Rusya’nın idaresine verildi. Soğuk Savaş’ın endişe dolu sükûneti Haziran 1950’de Kuzey Kore ordusunun Güney Kore’i işgal etmesi ile bozuldu. Kuzey Koreliler başlangıçta akınlar düzenleyip başkent Seul’ü ele geçirseler de sonbaharda tamamen geri çekildiler. Hwang Pyong-Won (HPW) saklanmayı ve bu sayede Kuzey Kore ordusuna alınmamayı başardı. Güney’de kaldı ve eczacılık yaptı.
Seul’de Güney Kore ordusunun yaralı askerlerini tedavi eden doktor kardeşi ise Kuzey Kore ordusu geri çekilirken Kuzey’e götürüldü. 1950’de birbirinden koparılan iki kardeş, iki devletin sonunda sınırlı bir aile birleşimi programını başlatmak için anlaşmasıyla ilk kez 50 yıl sonra 2000’de yeniden bir araya geldiler.
HPW’un kardeşi bir doktor olarak hava kuvvetlerinde görevlendirildi; askeri diktatörlük yönetimi altında bu iyi bir işti. Fakat Kuzey Kore’de ayrıcalıkları olanların bile durumu iyi sayılmazdı. Kardeşler bir araya geldiğinde HPW 38. paralelin kuzeyinde hayatın nasıl olduğunu sordu. Onun bir arabası vardı, oysa kardeşinin yoktu. “Telefonun var mı?” diye sordu kardeşine. “Hayır” diye yanıtladı kardeşi. “Dışişleri Bakanlığında çalışan kızımın var fakat kodunu bilmiyorsan arayamıyorsun.
” Birleşme esnasında kuzey Kore’den gelen herkesin para istediğini hatırlayın HPW kardeşine biraz para teklif etti. Fakat kardeşi, “o para ile geri dönersem hükümet ‘o parayı bize ver’ der, o yüzden sende kalsın” diye yanıtladı. HPW, Kardeşinin paltosunun yırtık pırtık olduğunu fark edince, “o paltoyu çıkarıp at, dönerken de bunu giy” diyerek kendi paltosunu vermek istedi. “Yapamam” diye yanıtladı kardeşi. “Buraya gelmek için devletten alınmış emanet paltodur.
” HPW ayrılırken, kardeşinin ne kadar huzursuz ve biri dinliyormuş gibi sürekli gergin olduğunu anımsıyor. Kardeşi sandığından daha da fakirdi. İyi yaşadığını söylemişti fakat HPW, onun korkunç göründüğünü ve çöp gibi zayıf olduğunu düşünüyordu...”
Kaynak:
Ulusların Düşüşü
Darun Acemoğlu
James A. Robinson
*****************************
“Ulusların Düşüşü”
Ulusların düşüş ve yükseliş nedenlerini, “Ulusların Düşüşü” isimli eserinde ele alan Daron Acemoğlu ve James A. Robinson, kanaatlerini Mısır örneği ile ilgili olarak şöyle ifade ederler:
“Hem Mısır hem de Tunuslu göstericilere göre ekonomik sorunların temel sebebi, Siyasal hakların yokluğudur. Talepleri ise, serbest seçimlerin yapılması, evrensel hak ve özgürlüklerin sağlanması ve ülkeyi saran yozlaşmanın son bulmasıdır...
Mısır gibi bir ülkenin neden fakir olduğu konusunda akıl yürüten akademisyen ve yorumcuların çoğuna göre ise asıl neden, Mısır toprağının çoğunun çöl olması gibi imkânsızlıklar, yani Mısır’ın coğrafyasıdır...
Biz bu kitapta çoğu akademisyen ve yorumcunun değil, Tahrir Meydanı’ndaki Mısırlıların doğru görüşte olduğunu savunacağız. Aslında Mısır, halkının büyük çoğunluğunu hiçe sayarak toplumu kendi çıkarları için örgütleyen küçük bir elit tarafından idare edilmiş olduğu için fakir. Siyasal güç dar bir çerçevede toplandı ve eski devlet başkanı Mübarek’in 70 milyar dolarlık serveti örneğinde olduğu gibi, bu güç ona sahip olanlara büyük bir servet kazandırmak için kullanıldı. Kaybeden ise, bu gerçeği çok iyi anlayan Mısır halkı oldu.”
Evet, bizce de hikayemizin özeti tam da bu..!
**************
EYVALLAHI OLMAYAN…
Ramazan dolayısıyla bu ay Kuran ile daha fazla meşgul oluyoruz.
Dikkatlice okunduğunda görülecektir ki Kur’an, aslında baştan sona gerçek bir şahsiyet inşa etmeye çalışıyor.
Allah’tan başka kimseden korkmayan, kimseye minnet etmeyen, rızık endişesine teslim olmayan, yalnızca gerçeğin peşinde koşan, dik duruşunu her zaman muhafaza edebilen, yalnızca Allah’a itaat eden, kimseye eyvallahı olmayan bir şahsiyet...
Bir diğer ifadeyle; özgür ve eşit bireylerden oluşan bir toplum...
Peki, buna rağmen Kuran okuyanlar arasından nasıl oluyor da bu kadar yalaka, iki yüzlü, yalancı, zayıf karakterli, güce tapan insan çıkıyor derseniz, işte bunun cevabını inanın ben de bilmiyorum..!
***********
Türk İslamcılığının ağabeylerinden biriyle konuşuyoruz...
O kadar çok şey konuşup da aslında hiçbir şey söylememek konusunda üstümüze yok.
Onca söyleneni ister yan yana koyun ister alt alta; ister toplayın isterse çarpın, her halükarda sonuç sıfır.
Allah bizleri amellerimize göre değil de retoriğimize göre hesaba çekseydi, kesinlikle hepimiz firesiz cennette olurduk.
Konuşuyoruz konuşuyoruz konuşuyoruz... ama neticede hamasi bir retorikten öte hiçbir şey yok ortada.
Dahası, onca kallavi nutuktan sonra sözü, “Tayyip Erdoğan’ın Suriye’de muhteşem bir duruş ortaya koyduğuna” getirip bırakıyoruz.
Her nasıl oluyorsa, İslamcı dediğimiz âlimlerimizin, entelektüellerimizin ve aydınlarımızın nirvanası yine en fazla Erdoğan’ın icraatları olabiliyor.
Bir de “İslamcılığın gelecek perspektifini” tartışmıyor muyuz..