“PKK'nın siyasi izdüşümü olan HDP'nin, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayına vermiş olduğu açık çek, verdiği katkı, gösterdiği yoğun ilgi ve alaka milletimizde büyük bir infiale neden olmaktadır.
HDP ve Kandil CHP'nin yanında hizalanmıştır. Karşımızdaki tablo esef ve ibret vericidir.
HDP' yle CHP arasında kurulan al-ver süreci, kirli pazarlıklar, kahredici anlaşma ve uzlaşmalar milli bekamız açısından ağır risk ve tehdittir.
İmralı'da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çeken terörist başı anlaşılan odur ki, HDP nin istismarına müdahale etmek, hatta önüne geçmek maksadıyla tarafsızlık çağrısı yapmıştır.
Terörist başının mektubu HDP' nin vahim sapmasına, Zillet İttifakı'na verdiği rezil desteğine itirazın, tepkinin ve bundan duyduğu rahatsızlığın eseri ve sonucudur.
PKK'nın siyaset acentesi HDP' nin terörist başının uyarısına rağmen marazi ve mahsurlu stratejisinde bir değişikliğe gitmeme iradesi ise 23 Haziran üzerinde oynanan ahlaksız oyunu iyice gözler önüne sermiş olacaktır.”
Not; Bunu niye mi paylaştım?
İbretlik bir not olarak burada dursun istedim.
******************
Yani biziz..!
Hiçbir tecrübeden nasibini alamayan bizleriz...
Bir türlü analitik-diyalektik düşünme becerisi edinemeyen bizleriz...
Kâfirlerin kahrolması gerekmiyor; çünkü bir şekilde seçilmiş olan Mursi’ye darbe yapan kâfirler değil, Sisi’ ydi.
Sisi, konuşmalarına besmele ile başlayan, hanımı çarşaflı, dini bütün vecibelerini yerine getiren, daha yakında ihramıyla Kabe’ yi tavaf eden, bir kısım Selefi ve Ezher uleması tarafından da desteklenen bir Müslüman.
Lütfen, kimse bize ABD-İsrail hikâye/komplolarını da okunasın; zira Mursiye darbe yapan Mısırın kendi Müslüman ve milli ordusudur.
Yine de “ama...” diyenlere, ne Hz. Ali arkadan hançerlenirken ve ne de Hz. Hüseyin’in başı kesilirken ABD ile İsrail’in henüz olmadığını hatırlatmak isterim. Yine Emevilerden Osmanlı’ya kadar iktidar uğruna kardeş kardeşi, baba oğulu öldürürken de...
Bırakalım Sisi’yi - Mursi’yi, unutmayalım ki, iktidar uğruna tarih boyunca Müslümanlar birbirlerini kesmekten çekinmemişlerdir.
Nitekim şayet şimdi yine muktedir olan Mursi olsaydı aynı şeyin Sisi’nin başına gelmeyeceğinin garantisi de yoktu...
Çünkü siyaset üzerine düşünmüş/yazmış olan felsefecilerimizden Farabi, İbni Rüşt, ibni Haldun veya aynı konuda eser vermiş olan fakih ve Kelamcılarımızdan hangisine bakarsak bakalım, istisnasız hepsi siyaseti tek adamlık üzerine kurgulamıştır. Varsa yoksa tek adam... Öylesine erdemli bir tek adam bulunmalı ki yeryüzünü cennete çevirsin...
Peki, buluna bilmiş mi?
Ne mümkün..!
Sistem, kurum, kural, denge, denetim... Üzerine hiç düşünülmemiş...
Nitekim bugün de düşünülmüyor. Elimizdekini bile koruyamıyoruz. “Bizden” biri çıkıp; yasamanın, yargının, yürütmenin yetkilerini yalnızca bana verin dediğinde, buna ‘evet’ demekte hiç tereddüt etmiyoruz..!
Sonra da dönüp yine aynı şekilde şahısları tartışıyoruz; Sisi mi, Mursi mi? Tayyip mi, Kemal mi? Binali mi, Ekrem mi?
Nice masumlardan diktatör çıkarmaya üstümüze yok. Kafamız aynı duvara çarpınca da yalnızca slogan atıp hamaset üretiyoruz...
Ne tarihten ders alıyoruz ve ne de insanlık tecrübesinden yararlanıyoruz; akılsızlığın koyu karanlığında yuvarlanıp gidiyoruz..!
**********************
Tutarlı olacaksınız...
Şayet bu ülkede kimlikler üzerinden siyaset yapılmıyor olsaydı, gerçekten de siyasilerin özel hayatı bizi belki çok da ilgilendirmeyecekti.
Ancak siz siyaseti “İslami kimliğiniz” üzerinden yapmaya kalktığınız andan itibaren, o zaman özel hayatınız da İslami tutarlılık açısından sorgulanmaya başlar.
Ve herkes haklı olarak, “dombilinin yatında yediğiniz herzeleri ve onu kimin içeriye uçurttuğunu” merak eder ve sorgular..!
Tutarlı olacaksınız...
*****************
Hak mı, yoksa görev mi?
Bilindiği gibi insan hakları öğretisi, daha ziyade bireyin hak ve özgürlüklerini öne çıkarır.
Hâlbuki buna karşın dini metinlerin ise, daha ziyade bireyin ödevlerini öne çıkardığını görürüz.
Kanaatimce bunun nedeni; insan hakları öğretisi, daha modern ve devletli toplumlara hitap ederken, dinin (İslam) ise, daha doğal (devlet öncesi) topluma hitap etmiş olmasıdır.
Çünkü doğal toplum ile devletli toplum arasındaki fark, sosyal görevlerin birey/toplumdan devlete devredilmiş olmasıdır.
Nitekim doğal toplumlarda, birisi için talep edilen her hak veya özgürlük, aslında bir diğeri için direk veya dolaylı bir görev demekti.
Hâlbuki devletli toplumlarda hak ve özgürlük talebinin muhatabı yalnızca devlet olduğu için, doğal olarak; bireylere hakları, devlete ise görevleri hatırlatacak şekilde dil de değişecekti.
….dün söylediklerinin tam tersini savunanlar..!
Geçenlerde açlık grevlerini eleştirdiğim için bazıları sistematik bir şekilde bana saldırmıştı. Adeta hakaretin, tehdidin bini bir para olmuştu... Bir kaç gün o mesajları anında silip o muhteremleri de engellemekle meşguldüm...
Şimdi ise bakın Öcalan'ın kendisi ne diyor:
"Tamamen tıkanan bir dönemden geçildiğini belirten PKK lideri Abdullah Öcalan, bu nedenle yeni çözüm yöntemleri geliştirilmesi gerektiğini söyledi. Tecridi protesto amacıyla yaşamlarına son verenlerin kendisini çok üzdüğünü vurgulayan Öcalan "Bu ölümler hem ailelerine hem de bana çok büyük zarar verdi. Bu doğru değil. Siyaset açlık grevleri üzerinden bir yere kadar yapılır, sonuna kadar yapılmaz."
Evet, kiralık akılla gezen bu zavallıların şimdi ne diyeceklerini ise hiç merak bile etmiyorum. Çünkü biliyorum; dün söylediklerinin tam tersini savunacaklar..!
O Zaman da dediğimi yine tekrar edeyim: köle ruhlardan binlerce kurban çıkabilir ama özgür bir toplum, asla..!
Bu tür toplumlar, başkalarının yönlendirmelerine, provokasyonlarına, kullanmalarına açık toplumlardır. Bunların akıllarına hitap etme imkânınız yoktur, çünkü akıllarını kullanmazlar. Bunların ancak duygularına hitap edebilirsiniz; bunu da en iyi düşmanları yapar..!