Bir kere o defne sabunu ile yıkadığı saçlarıyla bize hava atan Deniz Baykal’dan kurtardığı için kutluyorum!
Bizler Baykal’ın siyaset üretmediğini zaten biliyorduk ama nedense bu yaşta çapkınlığa soyunma gerekçelerini hiç bilmiyorduk!
Defne sabunları, kremler, jöleler ve bilmem nereden gelen özel kokular aklımıza hiç bir şüphe getirmemişti!
Biliyorsunuz fazla temiz ve şık giyinmek bu toplumun pek alışık olduğu şeyler değildir!
Böylesi durumlarda sokakta karşılaştıkların hemen bıyık altından güler “ abii, hadi hadi yine iyisin” diyerek imalı konuşur ve seni sefere çıkmış komutan gibi hayranlıkla süzerler!
Eh!
Aklı yukarıdan aşağıya düşen bir toplum olduğumuz için çapkınları severiz ve hata yaptığı işe “ vay be, helal olsun adama” diyerek bir de yanaşır, bu işin inceliklerini koparmaya çalışırız!
Hele Deniz Bey gibi yaptığınız açıkça tescillenmişse mesele tamamdır ve en kötü ihtimal bir dönem daha milletvekilisiniz!
Nitekim öyle de oldu ve Deniz Bey tekrardan milletvekili seçilerek bize o engin siyasi tecrübelerini aktarmaya devam etti!
İşte bu olanlardan sonra Kemal beyi alıp koltuğa öyle yapıştırdılar ki sorma gitsin!
Ne Reis iktidarı bıraktı, ne de Kemal bey muhalefet koltuğunu!
Tabi Reis işi iyi biliyordu ve ilk hamlede onun cibilliyetini bize hatırlattı ve anladık ki onun cibilliyeti bu ülkede yüzde yirmiye tekabül ediyor ve biraz da cibilliyet dışı olanları kattınız mı etti mi sana yüzde yirmi beş?
Şimdi geldiği günden beri bu yüzde ile bir aşağı, bir yukarı idare edip duruyor!
Büyükşehir belediyelerini nasıl aldığını CHP’liler hariç herkes biliyor!
Sürekli demokrasiden dem vurup laf gevelerken, bir demokrasi cinayeti olan Kayyımlara hiç ses çıkarmadı!
Dün kongrede söylediklerinin toplamı sindirilmiş bir korkaklıktır!
Bu korkaklıktan hiç bir zaman demokrasi çıkmaz!
Çünkü demokrasi cesaretli insan işidir!
Yanlışları ve çürümüşlükleri içinden atmadığınız sürece yaşatamazsınız da!
Kısacası orta doğululuk kültürünün iktidarı da, muhalefeti de aynı düdüğün sesidir!
Birisi gece, diğeri gündüz kulağınıza üfler!
Kemal bey bu üfleme işine iyice alışmış durumda ve yapıştığı koltukta biraz daha gideceğe benzer!
Kutluyorum kendilerini!
Hala yeşil sabunla yıkanıyor ki kimseye zararı da yok
*******************
YEDİ DÜVEL
İnsan öğrendiklerinden sıyrılamadığı sürece bozuk plak gibidir ve sadece kendi sesini dinler!
Dinlediğiniz bu ses, kayaya çarpıp size farklı bir eko ile dönse de sahibi sizsiniz ve o ses hiç bir zaman yeni bir söylem, ya da şarkı değildir!
İlkokul sıralarından beri resmî ideolojinin beynimizi alıp ısrarla bilinç altımıza pompaladığı ve hiç bir gerçekle bağdaşmayan tarihi yaşanmışlıkları, biraz şüphelenip irdeleyince bize anlatılanla ortadaki gerçek arasında uçurum kadar fark var!
Osmanlı zihniyeti hiç bir zaman bu ülkede bilinçaltını terk etmedi!
Üç kıtaya hükmetmiş bir imparatorluktu!
İmparatorluk, merkezi feodal sistemle yönetiliyordu! Bu sistemin temelinde kaba güç ve aşiretçilik vardır ki yüzyıllardır bir türlü içimizden söküp atamamışız!
Bu imparatorluk, özellikle on altıncı yüz yıl sonu ve on yedinci yüz yıl başlarındaki aydınlanma hareketlerine katı bir dini bağnazlıkla karşıydı! Öncesinde matbaaya da karşı çıkmış ve bu coğrafyanın insanı iki yüz elli yıl gözlerindeki kara perdeyi çekmeye cesaret edememişti!
Zaten Orhan beyin annesi hariç, tüm Osmanlı padişahlarının anneleri yabancı dinlere mensuptu! Kısacası hiç bir padişah annesi Türk değildi!
Osmanlı padişahları “ devletin bekası” diyerek kardeşlerini öldürüp, bebek yaştaki çocuklarını bile boğmaktan bir nebze bile çekinmemişlerdir!
Zorla dayatılan Arap kültürü, bu toprakların insanlarını kendi öz kültürlerinden koparmış ve Arap kültürünü yüceltmeye zorlamıştır!
İşte bu Arap toplulukları imparatorluğun can çekiştiği son dönem de bir bir bağımsızlıklarını ilan ederek Osmanlı’yı topraklarından kovmuştur! Benzerleri Avrupa’da da olunca Osmanlı son padişah Abdülhamid’in çaresizliği ve giderek despotlaşan uygulamalarına maruz kalsa da yıkılmaktan kurtulamamıştır!
Üç kıtadan silinip, sadece batı Asya’daki bir avuç Anadolu toprağına sıkışmaktan başka şansı kalmayan toprakları savunmak işi de Osmanlı da genç bir subay olan Mustafa Kemal’e kalmıştı!
Çünkü birinci dünya savaşı, emperyalistlerin paylaşım savaşıydı!
Bu savaşta, bir avuç Anadolu toprağını savunmanın yanında ağır bir diplomasi de gerekiyordu!
Yanında yer aldığımız ittifak devletleri ile birlikte biz de yenilmiştik!
Ama bize öğretilen tarihe bakarsanız biz hiç yenilmedik!
Tabi yenilince ortaya bir masa ve masanın başında elinde cetvelle oturan galip devletlerin
toplum mühendisleri oturdu!
Herkese payına düşeni çizerek verdiler ve bu paylaşım da Kürt’leri de dört parçaya ayırıp, dört ülkeye pay ettiler!
Etiler ki hiç bir zaman yakaları bir araya gelmesin diye ve üstelik din ve feodal bağnazlığı Kürt’lerin kapısına bırakarak!
Yeni bir Cumhuriyet kurulmuştu!
Mustafa Kemal bu işin başıydı ve ilk Anayasa da özgürlüklerden yanaydı!
Ama ne olduysa o Anayasayı rafa kaldırdılar ve yeni bir anayasayı Cumhuriyetin temellerine iki önemli hususla oturttu ki hala sancılarını çekmekteyiz!!
Irk Türk, İnanç Sünni İslamdı!
İkisini de mermer taşına oyarak yazdılar ve hal böyle olunca bu ülke kendini hiç bir zaman Arap kültüründen azade etmedi!
Irka gelince de zaten mesele “ Ne mutlu Türk’üm Diyeneydi ki” gerisi hikayeydi!
Kısacası biz yedi düvel falan yenmedik!
Var olan ve elimizde çok az kalan Anadolu topraklarında yaşamaya mecbur bırakıldık!
Ama az da olsa bu güzelim Anadolu topraklarında bir arada yaşamayı bir türlü beceremedik!
Peki neden nedir?
İşte o ırka ve Arap kültürüne dayalı kaderimizden dolayı!
**************
ÇOK ŞÜKÜR
Elimize kılıcı alıp tarihi mekânda namazımızı kıldık ki dünya çatım çatım çatladı!
Ben namaz olayına pek odaklanmadım, günü birlik beş vakit yaptığımız bir şeydi, dualara gökten yeni bir vahi gelmediğine göre bin dört yüz yıldır dudaklarımızı kıpırdatıp ne söylemişsek odur!
Benim asıl meselem kılıçtı!
Kabza ile demirin birleştiği yerde üç hilal vardı ve kılıcın demir aksamına da Arapça “ Bismillahirrahmanirrahim” yazılmıştı ki birden duygulanıp “ işte bu!” dedim!
Siz bunu öyle sıradan bir iş sanın!
Bu Türk ve İslamın aynı anda çeliğe işlenmesidir ki hiç bir kelle önünde durmaz!
Yani “ Tanrı dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar Müslüman” olduğumuzun bir kez daha tesciliydi!
Sonra Tanrı’nın huzuruna davet edilenler vardı, edilmeyenler vardı!
Mesela Muharrem İnce!
Bana göre oraya gitmesi çok doğaldı ve çünkü artık işi Allah’a kalmıştı!
Bırakın bir daha Cumhurbaşkanı adayı olmayı, Vallahi gelip bizim köye muhtar adayı olsa oy verirsem namerdim!
İnanmıyorsanız, söyleyin gelsin denesin!
Zaten HDP karma bir partidir! İçinde bu ülkenin tüm renkleri var, öyle alacalı, bulacalı gidip namaza durulmaz! Mabedin duvarlarındaki resimlere bile karartma uygulamışken hangi HDP’liyi neyle örteceksin!
Zaten kılıç bir mesaj veriyordu!
“Ayağınızı denk alın” diye!
Alacağız, almak zorundayız, yoksa yeni düzene nasıl alışırız?
Alışmazsan, alıştırırlar!
Şimdi dahası var ama söylemeye dilim varmıyor!
Eh bunu da sahil sosyetesi düşünsün, bana ne!