Yakmak bir ruh hastalığıdır ve ne zaman bir orman yangını duysam tüm bedenimi bir ateş alır. Yanarım, kavrulurum ve o anda “ son dileğin nedir” diye bir soru olsa, tek yanıtım “ yağmur olup, yanan ormanlara yağmak istiyorum” derim.
Dedim ya “ yakmak bir ruh hastalığıdır” diye!
Timur’un bizim “Balan” ormanlarını yaktığını tarih sayfalarından öğrendim!
Geçtiği yerlerde korku salsın diye ormanları ateşe vermiş ve o zaman adı “ Supatra” olan şimdiki Doğanşehir ilçemiz de taş üstünde taş bırakmayarak, öldürdüklerini öldürmüş, geriye kalanı da ateşe verip viraneye çevirmiş!
Bu ülkede hep ormanlar yanar!
Rant yamyamları bunu gözünü kırpmadan yapmıştır ve yanan yerlere beton binalar doldurduklarını hepimiz biliriz!
Bu caniler hep aramızdaydı ve cepleri şişlin olduğu için de itibarlılarımızdı!
Onlar bunu yaparken bizler ne yaptık?
Arabanın camından içtiğimiz su ve bira şişesini ağaçlık alana fırlattık!
Daha neler neler atmadık ki ve güneşte mercek görevi yapan bu atıklardan dolayı nice yangınlara sebep olduk!
Etrafını kirleten bir toplumun insanlık liginde kaçıncı sırada olduğunu söylemeye gerek yok!
Tepeden tırnağa kire batmışız ve bunu da bize birileri yapmıyor, kendi kendimize yapıyoruz!
Çünkü ruh halimiz böyle!
Güzel şeylere kendimizi yakıştıracak adına çabamız yok!
Ağız ve ter kokusundan toplu taşıma araçlarına binemiyorsunuz, yalan mı?
Yani suya ve sabuna dokunmuyoruz. Dokunmadıkça da çevremize görüntü ve koku kirliliği yayıyoruz!
Zaten beyin kirliyse diğerleri teferruattır!
İki gündür Hatay yanıyor!
Bir orman durup dururken yanmaz!
Bu yangın neresinden bakarsanız bakın, çevreyi kirletenlerin sebep olduğu bir durumdur!
Ayrıca ruh hastalığından arınmayanların da başvurdukları bir cinayet de olabilir!
Ne olursa olsun, orada yaşayan milyonlarca canlının canına kim kıymışsa bulup hak ettiği cezayı vermek gerekiyor!
Bunu kim ve kimler yaptıysa bedelini ödemelidir!
Gerçekten yapanları bulun!
Bulmadığınız sürece, sırtında derisinden başka giyeceği olmayan ve o ateşte kavrulan tüm canlıların vebali boynunuzdadır bilesiniz!
**************
ZAVALILIK
Sözcük anlamına bakmadım ama biliriz ki kimsesiz, çaresiz ve elinde ekmeği olmadığı halde sürekli boynuna vurulandır!
Bu bireysel bir tanımsa sorun yoktur! Bir de
Toplumsal zavallılık vardır ki tam bir travmadır ve toplum bu travmadan kurtulamadığı için her söylenene inanır ve o söylenenin yalan ya da doğru olmadığı onun için pek anlam ifade etmez, önemli olan söylenmiş olmasıdır, gerisi zaten zavallılık potasında çabucak erir!
Toplumsal zavallılığı katı hurafe ve biat tetikler!
Bu özellikle demokrasi korkusu yaşayan egemenlerce de bulunmaz bir fırsattır!
Bu işin çığırtkanları da şarlatan kökten dincilerdir!
Düşünün, profesörü, akademisyeni ( burada gerçek olanları tenzih ediyorum) gidip ömründe bir bilimsel kitap okumamış ve en fazla ilkokul mezunu olan din şarlatanlarının dizinin dibine çöküp şefaat dileniyor! Bu da farklı bir zavallılıktır! Okuduğunu ve bu alanda aldığı diplomayı red eden zavallılık!
İşte hal böyle olunca adam “ yanmaz kefen” satar, beş liralık terliği üç yüz liraya satar, şimdi de şer ve beladan eşyalarınız korunsun diye kitap bile basar!
Bunu yapan adam iki milyonluk cipe biner ve yol boyundaki zavallılara el sallar! O sallanan ele gözü ilişen zavallı bunu bile Tanrı’nın hikmeti sayar! Çünkü şarlatan hem Tanrı’dan, hem devletten imtiyazlıdır!
Bunların en iyisi Adnan hocaydı! Adamın yaptığı işin devlete de zararı yoktu! Geniş düşündüğünüzde cenneti ayağınıza getirmişti ama anlayan kim?
Seçkin kadınlarla dans ediyordu ve hepsi cennetteki hurilerin yeryüzü versiyonuydu!
Tabi Adnan hocanın kamyon dolusu aldığı prezervatifleri, hâkim kendisine sormuş ve “bunların ederi atmış dokuz bin lira, niye aldınız” diye meraklıca sormuş!
Adnan Hoca yerinde bir yanıt vermiş “ onu kediciklere sorun” diye!
Bence de buradan bir art niyet aranmamalı ve prezervatifin o bildiğiniz meselenin dışında nerelerde işe yaradığını öğrenmek istiyorsanız benim “ Naciyeyi Vurdular” kitabımı alın ve mutlaka okuyun!
Okumadığınız sürece siz prezervatifin birçok alanda nasıl kullanılan değerli bir malzeme olduğunu hiç bir zaman anlamayacaksınız ve bunu anladığınız an, market raflarında alır, şeffaf poşete rahatlıkla koyabilirsiniz!
İsterseniz bir tek örnek vereyim, diğer yüzlercesini, dedim ya “ alın okuyun!”
Bundan müthiş bir saç tokası olur ve estetikte durur!
Rivayet odur ki Cübelli şimdi bunun zinadan koruyanı üzerinde çalışıyormuş!
Zaten en büyük sıkıntımız o!
Eğer hal edersek, hepimiz cennetliğiz!
Başka ne günahımız var ki?
*************
ÇÜRÜME
En büyük çürüme insanın kendine ihaneti ile başlar!
Bu durumda aynanın karşısına nasıl geçerler diye düşündükçe, insanın çıkarları için ne kadar değişken ve ne kadar zavallılaşacağını görünce de insanlığınızdan utanıyorsunuz!
Bu ülkede kırk yıldır üç gün de çözülecek bir sorunu sürekli militarist duygularla ısıtıp oradan üç beş oy devşirmek adına bu ülkenin canına okudular, gel de anlat!
Bunun Türkiye’ye kırk yıldaki maliyetinin bir trilyon iki yüz milyar dolar olduğunu söylediğimde kanım çekiliyor!
Çünkü bu para elde olsaydı, şimdi bir öğretmen on beş bin lira maaş alacaktı ve emekli de ortalama on iki bin lira, üstelik sıfır enflasyonla!
Ben bu sonucu kabataslak bir hesapla vardım, tabi işin uzmanları hesaplar, farklı bir sonuç çıkarsa geçerli olan odur!
Şimdi bakıyorum bunda payı olanlar yetki makamından uzaklaşıp, kendi başına kalınca akıllarına parti kurmak geliyor!
Geçmişte Mehmet Ağar da böyle yapmıştı!“ bilmem kaç bin operasyon yaptım ve insanların canına okudum” diyen adam, bir partinin başına geçti ve soluğu Diyarbakır da aldı!
Alır, almaz savurmaya başladı!
Öyle anlattı ki biz uzaydan gelenlerin faili meçhul cinayetleri işlediklerini sandık!
Sonra “ gelin düz ovada siyaset yapın” dedi!
Aslında doğru demişti ama birileri kulağına sert şekilde üfledi ve hazretin aklı tekrar başına geldi!
Öyle ya, “ ovada siyaset” bu ülkeyi büyütürdü!
Kan akmazdı!
Duygusal kopuş yaşanmazdı ve dahası, dediğim gibi herkesin ekonomik durumu düzelirdi!
Tabi bu durum, bu ülkenin gün yüzü görmesini istemeyenlerin işine gelmezdi!
Sonra Ağara dediler ki “ otur, oturduğun yerde, bir memur çocuğuydun ve şimdi durumun bal kaymak, al oğlunu da milletvekili yapıyoruz, gerisini sen bilirsin!”
Şimdi Davutoğlu ve Babacan da gidip Kürde ağlıyor!
Hata “stranlarınızı (türkülerinizi) sessiz söylüyorsunuz, bu böyle olmaz sesinizi daha da yükselteceğiz ki, sesiniz memleketin diğer ucunda da duyulsun” diye!
Meral hanım da öyle demişti ve bu sorunu “ ahan başımdaki bu tülbentle çözerim” diyerek
Galeyana gelmişti ama sesini derhal kestiler!
Çünkü ona oylar sağdan ve MHP den kaçanlardan gelecekti! Bu dili kullanırsa oylar heba olabilirdi!
En iyisi “ kan davasının devam etmesiydi”
Çünkü bizi kandan başka hiç bir şey kesmez ve biz insan gibi yaşamanın yollarını aramak için hala yeterli akla sahip değiliz!
Az buçuk bir akıl kırıntısıyla meseleye olumlu yaklaşana topyekûn saldırıp hedef tahtası haline getiriyoruz!
Dün izledim, aklıselim bir katılımcı “ bizi Azerbaycan bataklığına sürükleyecekler ve bunu dünyaya izah edemeyiz, aman ha bırakın Azerbaycan kendi sorununu kendi çözsün ve savaşarak değil, orada meseleyi barış yoluyla hal etsinler”
İşte bu sözü söyleyen bu ülkeyi net seven ve kaygılarını dile getirendir!
Ya diğeri?
Efendim “ Azeriler Caferi ve şiiymiş ama kan kardeşimizmiş ve gerekirse onlarla savaşa girilmeliymiş!!”
İşte bunu söyleyen de “ vatansever!”
Üstelik şu an bu ülkenin canına okuyan zihniyetin ta kendisi!
Evet çocuklar!
Koşun, Diyarbakır’a koşun!
Biliyorum katil eninde sonunda cinayeti işlediği yere döner!
Bakalım daha kimler dönecek?!