Şu an sadece Kaz dağlarına odaklandığımıza bakmayın! Yurdun dört bir tarafı ve özellikle nerede yeşillik varsa tırtıl gibi kemiriliyor!
Bu vahim durumu yol boyu seyahatlerinizde adım başı görürsünüz! Size kendi köyümle ilgili basit bir örnekle bilgi vereyim.
Köy, “ Orman köyü” statüsündedir! Güya buranın ağacı, ormanı özel koruma alanıdır!
Eskiköy ile Kelhalil köyleri arasında kalan ve sık meşe ağaçları ile kaplı alana “ Han pınarı” orman sahası denir!
İşte bu ormanlık alanda şu an iki adet taş ocağı orayı harıl harıl kemirip yok etmektedir!
Yeşil alanın ortası adeta gür saçları ortadan kazınmış insan misali gibi öylece çirkince duruyor! Orada kullanılan patlayıcılardan dolayı toz bulutları çevredeki yaşamın nefes borularını tıkıyor ama gören kim?
Adamlar gidip rapor ve izinlerini alıp resmileştirmişler! Oradaki taş ocağı sahibi iki kişi doğayı ranta çevirip cebini doldururken, çevre köylerdeki binlerce insan bu olumsuzluktan etkilenmektedir!
İşin garip tarafı çevrede o kadar ağaçsız ve taşlık alan varken, neden özellikle ormanlık alanlar?
O koca ormanlık sahayı iki rantçıya kapatıyorsun ama özellikle ekili alan fakiri Eskiköye buradaki boşlukları vermek gibi bir niyet hasıl olsa, binlerce bahane ve yasal gerekçe ile karşılarına dikilirsin!
Çünkü bu durumda oradaki binlerce dönüm araziden insanlar yararlanacak ve ülke ekonomisine katkı çıkacak!
Zaten şu saatten sonra bu da mümkün değil! Sağlı sollu yerleştirdiğin taş ocaklarında patlayıcı kullanılıyor ve o nedenle orası sadece ağaçsızlaştırılmıyor; aynı zamanda insansızlaştırılıyor! Patlama seslerinden dolayı yılan, çıyan ne varsa orayı terk etti ve hepsi bol miktarda şu an köylerimize misafirler!
Kısacası ülkenin dört bir yanı bu durumda!
Kendi güzelliklerini yok etmek için yasa dahil ne varsa, dünyada çıkaran tek ülkeyiz!
Ormanları yok edip sonra ağaçlandırma yapıyoruz diye simetrik çalışmalar yapıyoruz!
Buna ne ağaç, ne kuş uyum sağlamıyor!
Çünkü orman doğal bir oluşumdur ve binlerce çeşitlilik bir arada biri birine dal uzatır! Simetriyi sevmez!
Bunu ağaç, taş, kuş anlıyor da..!
Ah bir de siz anlasaydınız?
********************
Eski bayramlar ve…
Güzel bayramlarımız olurdu. Eskide olsa o gün pırıl pırıl yıkar giydirirlerdi elbiselerimizi. Henüz naylon poşetle tanışmamıştık ve topladığımız şekerleri cebimizde taşırdık. Tüm köylü o gün samimiyetle biri birini ziyaret eder, varsa küskünler barıştırılırdı.
Hiç unutmam, yağlı ve şekerli sac ekmekleri her eve dağıtılırdı. Sonra bir evde bir araya gelen köy halkı topluca bayram yemeği yerdi.
Ardında her eve çay kahve ziyaretleri yapılırdı!
Kısacası insan dâhil, her şey doğaldı. Gülücükler, kahkahalar ağız dolusu ve samimiydi!
Şimdi bakıyorum da tüm bu güzelliklerin yerini samimiyetsiz bir hava almış!
Hiç bir yüzde samimiyet iklimini yakalayamıyorsunuz! Bakışlar donuk ve tebessümler yarım ağız!
Birey olacağım diye kendisinden başka bir merkez tanımayanların hızla çoğaldığı bir anlamsızlık!
Ruhunu bedeninin sınırlarına haps etmiş ve sadece orada devinmekle meşgul olan yığınların arasında nefes almak gerçekten çok zor!
Bazen resim paylaşımlarım oluyor! En çokta ağaç, çiçek, börtü, böcek...
Çünkü geçte olsa anladım ki bizim dışımızda cansız saydıklarımızın, bizden daha canlı ve samimi oldukları ve iyi ile çirkini çok iyi ayırt edebildikleri gerçeğine ulaştım!
Sonra şunu gözlemledim; bitki ve hayvanlara karşı olan davranışlarımız bizim cehaletimizi, ya da insanlığımızı net şekilde ortaya koyuyor!
Köydeyim;
Kapımıza her gün bir kedi geliyor! Belliki birileri onu getirip oralara bırakmış! Çok zayıflamış!
İnsanların yanına yaklaşmıyor; haklı da!
Ayak dibinde tekmelendiği ve yüksek sesle azarlandığı her halinde belli!
Gidip dolaptan ona peynir çökelek getirdim!
Gözlerimin içine bakarak korkuyla bir köşede yedi!
Sonra gidip bir köşede kıvrılıp yattı!
Bir ara baktım ki yok!
Bir yerlere gitmiş! Gece herkes yatağına çekilirken ben balkonda çocukluğumun yıldızlarına odaklanmış, gökyüzünün o sonsuzluğunda yolculuğa çıkmıştım ki, bir “ Miyav!” sesiyle düşlerimden sıyrıldım. O kedi gelmiş, ayak dibimde bana sevgi gösterisiyle
Yanaşıp hiç korkmadan karnını ayaklarıma sürüyordu!
Hemen dolaba koştum ve tekrar onu doyuracak yiyeceklerden getirdim!
Kısa sürede dost olduk. Ancak o dostluk yalnız benimleydi!
Çünkü sabah kahvaltısında kalabalığa hiç yanaşmadı, sadece bir köşede gözlerime bakarak “sadece seni seviyorum” der gibiydi!
Çünkü anladım ki ben orada olmazsam birileri hayvanı azarlayacak!
Kısacası cehaletin sınırları dilsiz ve kimsesizlere karşı olan davranışlarımızla başlar!
Bu nettir ve tartışmasızdır!
Galiba konuyu dağıttım!
Öyle bir çağdayız ki, hiç bir bayram, hiç bir şeker, bozulan ağzımızın tadını bir türlü yerine getiremiyor!
Sadece nefes alıp gün dolduruyoruz!
*****************
KAZ DAĞLARI
Adamlar kesmiş, doğramış ve baktığınızda gözünüz bir çöl iklimine düşüyor; ağlasanız gözünüzün yaşını tutacak bir tek ağaç yok!
Bu ülkenin( Bakanı ) çıkmış maden şirketini savunuyor ve “ Bura kaz dağları” na dâhil değil” diyebiliyor.
Her halde ilkokulda kendisine çoğul ve tekil kavramlarını öğretmediler! İyi bir öğretmene düşmediği belli!
Kaz dağları bir çok dağdan oluşmuş bir bölgesel tanımdır ve bu nedenle çoğul ek alarak, adına “ Kaz dağları” denmiştir!
İşte bundandır ki bir ton taş eritip sadece 0.75 gram altın elde etmen için kökünden söktüğün ağaçların bulunduğu alan “Kaz dağlarıdır!”
Orada binlerce ton siyanür ve daha bir çok farklı ayrıştırıcı kullanılacak ve bunların hepsi toprağın bedenine akıtılacak!
Sonra çıkıp insanların gözünün içine baka baka “ Bu siyanür toprağın tabanına inmez ve sulara zarar vermez” diyeceksin!
Sana bu bilgiyi hiç bir yer bilimcinin bu şekilde vereceğini sanmıyorum! Çıkmış benim gibi bilmediğin konulara ahkam kesip, insanları yanıltıyorsun!
Bunun adı “ Syanür” ve en tehlikeli zehirdir!
Girdiği yeri yakarak, zehirleyerek yol alır ve nihai hedefi canlılardır! Onunla bir şekilde buluşan ve tanışan bir daha iflah olmaz!
Zaten elde avuçtaki çok az ağacımızı bir türlü koruyamayıp, her sene yangınlara ve nefesi ölüm kokan rantçılara kaptırıyorken, bu da devlet eliyle alıp yabancı şirketlere teslim ettiğimiz ve “ Alın canına okuyun” dediğimiz son ormanlarımızdır!
Zaten şirket yetkilisi” Biz bu ağaçları kesmek için bedeli olan beş milyon doları yatırdık!” diyebiliyor!
Demek ki “ Atı alan Üsküdar’ı geçmiş!”
Biz ise geride nal izi arıyoruz!
Son yıllarda Tanrı gazabı gibi hortumlar, seller ve toprak kaymaları ile boğuşup duruyoruz!
Çölden gelen tozları durduracak dikili ağacın kalmamış ve sen nerede bir ağaç bulursan düşman başı gibi eziyorsun!
Sonra çıkıp ağaç kesmenin şu dağla, bu dağla alakası yok diyeceksin!
Bak Sayın Bakan!
O ağaçların dünya ile alakası var!
Aldığımız nefesle alakası var!
Çocuklarımızın geleceği ile alakası var!
Var da, var!
Ben ilkokul öğretmeniydim!
Öğrencilerime en çok ağaç ve orman hikâyeleri anlatırdım ve hepsinde ağaçlar büyür, dallarında kuşlar şarkı söylerdi!
Senin öğretmenin sana ne anlattı?